24 Kasım 2018 Cumartesi

Tiyatroception: Giydirici

    Oyunun Künyesi:

    Yazan: Ronald Harwood
    Çeviren: Ergun Sav
    Yöneten: Hakan Çimenser
    Yönetmen Yardımcısı: Celal Kadri Kınoğlu
     Dekor Tasarımı: Savaş Çevirel
     Dekor Sorumlusu: Selçuk Oltuözer
     Kostüm Tasarımı: İnci Kangal Özgür
     Müzik: Fırat Akarcalı
     Işık Tasarımı: Akın Yılmaz
     Işık Kumanda: Gökhan Gülçeri
     Aksesuar Sorumlusu: Kürşat Çelik
     Kondüvit: Emrah Tırsi
     Sahne Amiri: Ergül Muslu
     Suflöz: Hande Bahçeli
     Erkek Terzi: Ali Egeli
     Kadın Terzi: Raziye Öztürk
     Asistanlar: Selda Özler,Evrim Feyza Geboloğlu,İpek Altınöz

7 Ekim 2018 Pazar

Next Station: Bavyera Eyaletinin Başkenti Münih ! (Part II)


     Daha önceki yazımızda Münih gezimizin ilk kısmını sizinle paylaşmıştık.

     Linkine buradan ulaşabilirsiniz 😊 Şimdi gezimizin devamına geçelim.

    Münich Hauptbahnhof

  Önceki gece tren garında kaldık. Eğer ertesi güne ait tren biletiniz varsa görevliler bileti olanların bekleme salonunda kalmasına izin veriyorlar. Gece birkaç kere kontrole gelip evsizleri veya bileti olmayanları çıkartıyorlar.


28 Temmuz 2018 Cumartesi

Next Station: Bavyera Eyaletinin Başkenti Münih ! (Part I)



Merhabalar,

Uzun bir aradan sonra bir gezi yazısıyla daha tekrar birlikteyiz.Burayı başıboş bıraktık doldurmak lazım :D
   En son gezi yazısı olarak Bavyera eyaletinin minicik Ortaçağ esintileri sunan Rothenburg ob der Tauber’i yazmıştık.Şimdi sıra Bavyera gezimizdeki son ve baba durağı yazmaya geldi.Next Station:Bavyera Eyaletinin başkenti Münih.

22 Nisan 2018 Pazar

“BÜTÜN HAYVANLAR EŞİTTİR, AMA...”


  “4 ayak iyi,2 ayak kötü.4 ayak iyi,2 ayak kötü.4 ayak iyi,2 ayak kötü…”
    Romanı 1945’te animasyon filmi 1954’te sinema filmi 1999’da çıkan ünlü yazar George Orwell’in 1984 distopyası ile birlikte bilinen çağdaş klasikler arasına girmiş bir eser Hayvan Çiftliği.İspanya İç Savaşı sırasında Cumhuriyetçilerin arasında savaşan ve savaştaki tutumlarından dolayı Stalinistlere ve Stalin’e nefret duyan Orwell’in Stalinizm ve totaliter rejim eleştirisi yaptığı kitap Peter Hall tarafından tiyatroya uyarlandı.
    Türkiye’de ise birçok kere gerek Devlet Tiyatroları gerek özel tiyatrolar tarafından farklı uyarlamaları yapıldı.En son ise Altıdan Sonra Tiyaro&D22 Ortak Yapım tarafından bir süredir Zorlu PSM’de sergileniyor.Biz de ilk fırsatta gittik.

OYUNUN KÜNYESİ

Çeviren: Özge Kayakutlu
Yöneten: Yiğit Sertdemir
Dekor ve Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Kostüm ve Makyaj Tasarımı: Candan Seda Balaban
Müzik: Burçak Çöllü
Koreograf: Senem Oluz
Afiş Tasarımı: Önder Sakıp Dündar
Fotoğraflar: Murat Dürüm
Oynayanlar: Berkay Ateş, Burçin Yel, Buse Kara, Can Kulan, Doğaç Yıldız, Ece Yaşar, Erkan Baylav, Gamze Güzel, İsmail Sağır, İpek Büyükakın, Merve Yiğit, Murat Kapu, Pelinsu Karayel, Tanıl Yöntem, Zehra Bilgin
Yönetmen Yardımcısı: Damla Aydın
Asistanlar: Mücahit Şahin, Batuhan Gelener, Tara Haçikoğlu
Kostüm Uygulama Asistanı: İnsel Kanca Proje Koordinatörleri: Gülhan Kadim, Emir Çubukçu

OYUNUN KONUSU

   İngiltere’de Mr.Jones’un çiftliğinde yaşayan hayvanlar ürettiklerini çalan onlara kötü davranan çiftlik sahibine ve çalışanlarına karşı başkaldırarak haklarına sahip çıkmak amacıyla çiftliği ele geçirirler.Amaçları eşitlikçi bir toplum oluşturup kendi ürettiklerini tüketip gül gibi geçinip gitmekti.Ancak her devrim kendi diktatoryasını oluşturur hesabı yolundan sapar.İnsanlara karşı isyana liderlik eden domuzlar kısa sürede çiftlikte işlerin idaresi kısmında da liderlik yapıp kendi otoriter düzenlerini kurarlar ve bu düzen insanların kurduğu düzenden daha acımasız ve daha baskıcı olur.

DEĞERLENDİRME

Sahne dekoru bu gördüğünüz metal boruların birleşimlerinden tasvir edilen çok katlı sade bir çiftlik tasviri karşılıyor.Dekoru ilk başta garipsedim ancak kısa sürede alışıyorsunuz.






      Fotoğrafta önde bulunan kişi yani Murat Kapu, oyunda başka karakterleri de (Bay Jones,Kovboy,Avukat rollerinde) canlandırıyor ve olayları aktarırken oldukça başarılıydı.
      Kostüm,makyaj ve seslendirmeler başarılıydı.Kimin hangi hayvanı canlandırdığı rahatlıkla anlaşılıyordu.Hayvanların kendilerine özgü olan hareketlerini görmek mümkün.
     Oyunda zaman zaman yer alan müzikal tadındaki sahneler oldukça güzeldi ve oyunun içine çeken detaylardan biriydi.Müzik ve dans konusunda emek verdikleri anlaşılıyordu.. Hikayeyi bozmasının aksine daha güçlü bir şekilde hikayeyi anlatmaya yardımcı olmuştu.Kullandıkları enstrümanlar müziklerini ve danslarını besledi ve bize doyurucu anlar yaşattılar.Başarılı bir ekip çalışmasını bizlere aktardılar.

     15 dakika aranın olduğu oyun ara dahil 2.5 saat sürüyor ve oyun gerek önceki paragrafta belirttiğim gibi müzik ve dansın kullanımıyla gerek kurgusuyla birlikte bir an bile saatinize baktırmıyor ve sürenin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

     Romanın sonu ile tiyatronun sonu farklı işlenmiş.Spoiler vermek doğru olmaz ama romandakine uygun bir düzenleme olsa daha iyi olurdu.Onun dışında romandan farklı bir tarafını göremedim.
     Gidin izleyin,kesinlikle pişman olmazsınız.Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

6 Mart 2018 Salı

Bavyera Cennetinde 2. Durak - Rothenburg ob der Tauber

Merhaba !

    Bir sonraki durağımız ile gezimize devam ediyoruz. Rothenburg küçük bir şehir olduğu için Bavyera gezinizde sizin de 1 gün ayırmanızın bile yeterli olacağını düşünüyoruz.

    Rothenburg ob der Tauber,Almanya'da Bavyera eyaletine bağlı bir şehirdir.İsmi Almancadan "Tauber Nehri'nin Üzerindeki Kırmızı Kale" anlamına gelmektedir ve çok iyi bir şekilde korunmuş Avrupa'nın güzel orta çağ şehirlerinden biridir diyebiliriz. Şehir Würzburg ve Füssen arasında yer almakta ve aynı zamanda Stuttgarta'a yaklaşık olarak 150 km uzaklıkta, Füssen yazısında da bahsettiğimiz Romatik Yol'un bir parçası kendisi :) Tarihi bilgi edinmek için buraya tıklayabilirsiniz.

     Biz bu şehre Füssen'den sabah 06:00'da canımız Deutsche Bahn'ın trenine Bavyera Ticket özelliğini kullanarak birkaç aktarma ile geldik. Ekim ayında gerçekleştirdiğimiz bu gezide şansımıza hava da gayet güzeldi ve bu küçük sevimli şehri her zaman güzel hatırlayacak olmamıza yardımcı oldu gerçekten.. Şehre girerken öncelikle Uzak Doğulu turist kalabalığını takip etmenin en doğrusu olduğunu düşündük ( çünkü gerçekten de en turistik yerleri biliyorlar !) Tren istasyonundan indikten sonra şehir sizi öncelikle Altstadt(Old Town)'a yani Türkçe ile de Avrupa'da neredeyse her şehirde bulunan Eski Şehir'e yönlendiriyor ve sizi surlar karşılamış oluyor.

 
Şehre giriş

     Ve sonunda şehre giriş yaptığınızda sizi masalsı bir görüntü karşılayacak. Çiçekli camların, kırmızı çatıların rengarenk evlerin sıralandığı sevimli sokaklarda sadece sürekli arabaların geçmesi rahatsız etmişti, sanırım biraz daha araca kapalı olmasını tercih ederdim. Kaldırımlar dar olduğu için yürümek için yola inmeniz gerekiyor çünkü, e bir de her yan güzel evlerle dolu olunca fotoğraf çekmek için yola atlamak kaçınılmaz oluyor tabii ^^

Şehrin Girişinden

    Altstadt'ta hediyelik eşya dükkanları,cafeler,restoranlar bulunuyordu ve aynı zamanda çeşitli sokak performanslarına şahit olmanız mümkün. Meydanda Rathaus yani Belediye Binası da bulunuyor aynı şekilde onu da görüp meydandaki Wi-Fi'a bağlanabilirsiniz.

Old Town

    Daha sonrasında uğrayabileceğiniz bir sonraki durak Das Plönlein, Rothenburg ob der Tauber'in en ünlü kartpostal resimlerinden biri kesinlikle Plönlein. Önünde küçük bir çeşme bulunan dar ahşap yapı, Kobolzeller kulesi ve yüksek Siebers Kulesi ile çevrili olup sağ ve solda restore edilmiş kasaba evleri büyüleyici bir etki yaratıyor.

    "Plönlein" kelimesi, "düz kare" anlamına gelen Latince "planum" dan kaynaklanmaktadır.

     Her iki kapı kulesi de 1204 yılında şehrin ilk genişleme sürecinin bir parçası olarak inşa edilmiş. Kobolzeller Kulesi Tauber Vadisi'nden kasabaya girişi sağlamış. Hazırlanmış ocak taşlarından inşa edilen Siebers Kulesi, 14. yüzyıldaki Kasaba sınırları içerisinde Revir Çarpanı tamamlanıncaya kadar güney kapısını korumuş. Diğer turistlerle karşılıklı fotoğraf çektirmeniz mümkün ^_^

Das Plönlein


     Şehrin içinde biraz da rastgele dolaşarak şehrin surlarında yürüdük, şehrin bir çok yerini surları takip ederek görmeniz bile mümkün.


             ( Surlarda yürürken fotoğraf çekmeyi unutmuşuz, kaynak için tıklayınız ) 

     Rothenburg gezimiz bu şekildeydi,gerçekten çok şirin bir şehir. Evlerini görüp, sokaklarında boş boş dolaştığınızda bile mutlu olmanız mümkün. Bir gün giderseniz umarım bizim yazımız da size yararlı olmuş olur!

Bavyera gezimizin son durağı olan Münih için bir sonraki yazımıza bekleriz, görüşmek üzere ! :)

3 Mart 2018 Cumartesi

Bavyera'da Romantik Yol Güzergahında Son Durak:Füssen


Merhaba,

    İkinci gezimiz Bavyera Eyaleti’nde en çok merak ettiğimiz şu 3 şehre oldu.Sırasıyla Füssen,Rothenburg ob der Tauber ve Münih..Gezimizde bu 3 şehre 4 günlük bir vakit ayırdık.

     Başlığa gelirsek,”Romantik Yol” nedir sorusuna cevap verelim.Romantik Yol,Almanya’da,kuzeyde Würzburg’dan başlayıp güneyde Füssen arasında kalan tematik bir yol rotasıdır.Yirminin üzerinde irili ufaklı kasabayı kapsayan yol İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya’da kurulan üslerde yaşayan Amerikan askerleri ve onların aileleri bu kasabaları ziyaret etmeye başlamasıyla yol ünlü olmaya başlamış sonrasında önce Avrupalı turistler ardından Japon turistler arasında popüler olmuştur.Ayrıca İkinci Dünya Savaşından sonra savaşın kötü izlerinin silinmesi ve turizmin canlanması için Almanya tarafından geliştirilmesi için desteklenmiş bir güzergahtır.Günümüzde de oldukça popülerdir ve Almanya’da en çok turist çeken bölgedir.


     Romantik Yol hakkında bilgi verdikten sonra bizim ilk rotamız olan Füssen’den biraz bahsedelim.Füssen,Bavyera’nın güneyinde Lech Irmağı kıyısında kurulmuş,Romantik Yol üzerinde bulunan ve 14.000 nüfuslu küçük bir şehir.Aynı zamanda Bavyera’nın rakım olarak en yüksekte olan şehri.

Romantik Yol Güzergahı
Füssen’e Nasıl Gidilir?

    Füssen’e gitmek pek kolay değil.Eğer kişisel bir arabanız yoksa otobüs veya trenle gelecekseniz öncelikle Münih’e gelmeniz gerekiyor.Biz Berlin’den Münih’e otobüsle geldik.Flixbus’ın Berlin-Münih fiyatları değişken olmakla birlikte 20 -22 euro civarına otobüs bileti bulunabiliyor.
     Münih’e geldikten sonra 2 seçeneğimiz var.İlk seçeneğimiz, kişisel arabamızın olmadığını varsayıyoruz tabi ki ,otobüsle gitmek.Otobüsle gitmek için de iki seçeneğimiz var yine.Münih’ten ya Füssen’e gidilir ya da Schwangau kasabasına.İkisinin de biletleri 7-10 euro ve yaklaşık iki-iki buçuk saat süren bir yolculuk var.
     İkinci opsiyonumuz trenle.Biz bunu tercih ettik.Deutsche Bahn’ın bir başka güzelliği Regional Ticket aldık.Bu bilet bize 1 gün boyunca Bavyera Eyaletinde sınırsız tren,otobüs,S-Bahn,tramvay kullanma hakkını veriyor.Tabi seçeneklerimiz IC ve ICE kodlu trenler olamıyor maalesef.Onun dışındaki tren türlerini kapsıyor.Tavsiyemiz trenle Füssen’e varmanız.Bavyera doğasına ucundan kıyısından tren penceresinden bakmak büyük bir keyif.Münih Tren Garından Füssen’e varmak ise yaklaşık iki iki buçuk saat sürüyor.
     Füssen’den Neuschwanstein Castle’a yani Hohenschwangau’ya gitmek için tren garından indikten ve karşıya geçtikten sonra 73 ve 78 numaralı otobüsler var.Olmadı Uzakdoğulu turistleri takip edin onlar size rehber olur 😃😄 Regional Ticket’ınız varsa otobüs şoförüne sadece bileti göstermeniz yeterli.Herhangi bir ekstra ücret ödemiyorsunuz.Eğer Regional Ticketınız yoksa otobüs bileti 2.6 euroydu.Neyse otobüse bindikten sonra 5-10 dakika sürede Hohenschwangau’ya varıyorsunuz.



     Kırmızı daireyle içine aldığım yerde otobüsümüz iniyor.Haritada görüldüğü üzere otobüsün bıraktığı yer Schloss Hohenschwangau’ya oldukça yakın.İlk olarak orası ziyaret edilebilir.Biz iki kaleyi de yürüyerek gezdik.Otobüsle indiğiniz noktanın çevresinde birçok yeme içme yeri ve hediyelikçi bulunuyor.Ayrıca Turist Info da var.



Schloss Hohenschwangau

    Schwangau kasabasında ilk durağımız Schloss Hohenschwangau. Schloss Hohenschwangau,Neuschwanstein Şatosu ile Alp Gölü arasında bulunuyor.Schloss Neuschwanstein ile gizlice kardeşlik bağları var gibi duruyor iki tepede karşılıklı durdukları için.Burası Neuschwanstein Şatosu’nun yaratıcılarından II.Ludwig’in çocukluğunu geçirdiği diğer bir şato.Rivayet odur ki Neuschwanstein Şatosunu yapmayı hayal ederek zamanını burada geçirmiş.Babası Kral II.Maximilian tarafından inşa edildi.Neuschwanstein kalesinin yanında oldukça sönük ve mütevazi kalıyor diyebiliriz.Sarayın içerisine giremedik ancak burada da Türk odası varmış.



Hohenschwangau Şatosu’nun Görünüşü

Şatonun Yakından Görünüşü

Schloss Neuschwanstein
    Geldik assoliste.Hoş assoslistler en son çıkar ama bizim rotamızda assolistlerin çıkacağı zamanlar değişiyor.Erasmus’a gelmeden önce bizim içten içe en çok gitmek istediğimiz yerlerden biriydi.Instagram’da da sürekli bu kalenin fotoğraflarını paylaşan gezi sayfalarını takip ede ede daha da ağzımız sulandı.
    Şatonun biraz tarihinden bahsetmek lazım.Kral II.Ludwig tarafından 1869 yılında yapımına başlandı.Peri masallarından çıkıp fırlayan şato 17 senede tamamlanıyor.Kral biraz müsrif olsa gerek bu şatonun masrafları Bavyera’nın başına bela olmuş.Ludwig tabi sadece bunu değil bunun yanında 2 Saray daha yaptırmaya kalkmış,paraları vergileri saray yapımında yemiş.Bunun üzerine halk ve yönetim tarafından bu adam delidir denmiş ama hayal ettiği inşa ettirdiği sarayda sadece 3 hafta kalabildikten sonra Berg Şatosuna gönderilip gözaltında tutulan Kral, yakınlardaki gölde psikoloğu ile boğulmuş halde ölü bulunmuş. Kral’ın hayatının son kısmı hala bir gizem olarak aydınlatılmayı bekliyor. Kendisi öldükten sonra sarayın borçlarının ödenmesi için saray halka açılmış. Kralın hayatını detaylıca okumak isteyenler için link burada.
    
   Kral’ın ayrıca Wagner ile arası iyiymiş. Hatta kendisine ithafen Şarkıcılar Salonu diye bir bölüm yaptırmış. Wagner, sarayı hiç görmemiş.
   Bu şato Disney’in kurucusu Walt Disney’e ilham olmuştur şirket logosunda bu şato kullanılmıştır.
    Kaleye yürüyerek çıktık.Faytonlarla veya otobüsle de tepeye çıkmak mümkün.Yürüyerek çıkmak oldukça zahmetli ama dağ yürüyüşlerini sevenler için güzel bir deneyim.Sırtımızdaki çantalarla yavaş yavaş tadına vara vara yürüdük ve yaklaşık 1 saatte Marienbrücke’ye vardık.
  Kral II.Ludwig’de bu köprüden sık sık şatonun manzarasına bakarmış.Köprüyü yaptırma sebebi de Schwangau vadisini ve Neuschwanstein Şatosu’nun büyüleyici manzarasını seyretmek.Köprüye kilit asan birçok çift var.Yükseklik korkusu olanlar dikkat etsin köprünün altına bakmak sakıncalı olabilir.Ayrıca köprüden ilerleyip karşıya geçtikten sonra biraz yürüyüp biraz daha yukardan daha güzel bir manzaradan izleyebilirsiniz.Ek olarak köprünün beni biraz korkuttuğunu ve pek güven vermediğini de söyleyebilirim.Alt zemindeki 1 2 tahtası sağlam değildi,oynaktı.Umarım en kısa sürede o tahtaları sağlamlaştırırlar. Çünkü aşağıya baktığınız zaman tahmin edemeyeceğiniz kadar yüksektesiniz..
Marienbrücke’den Manzara
Bu resim de köprüden ilerledikten sonra biraz tepeye çıkıp oradan çektiğimiz manzara. Şatonun arkasında ise Forgensee Gölü var.
   Şatoya giriş normal 13 euro,indirimli 12 euro.18 yaş altına ise ücretsiz.Bize pahalı geldiği için ve Colosseum gibi dışardan daha güzel gözüktüğünü düşündüğümüz için girmedik.
   Şatoya giriş hakkında daha fazla bilgi almak için tıklayınız.
   Tepeden aşağı doğru temiz dağ havasını içimize çeke çeke huzur dolu şekilde yürüdük ve 73/78 numaralı otobüslerle Füssen’e geri dönüp hostele kaydımızı yaptırdık.Kaldığımız yer Bavaria City Hostel-Desing Hostel.Hostel oldukça güzel,odalar ferah ve temizdi.Mutfağında yemek yapmak için birçok alet edevat mevcuttu.Güzelce oturup dinlenebileceğiniz terası vardır.Fiyatı da 20 euro’dan başlıyor.
   Hostele eşyalarımızı bıraktıktan sonra Altstadt’ı gezdik.Çeşitli güzel binaların ve kiliselerin olduğu temiz,sakin sokaklar hoşunuza gidecektir.Gece hayatı kavramının olmadığını,akşam hava kararınca sokaklar bomboş olduğunu söyleyebiliriz.


Füssen Altstadt
Rathaus

   Füssen’de son durağımız Altstadt’ın biraz dışında Bavyera Alplerinin doğusunda kalan orijinal dilde “Lechfall”.



Lechfall

        Burası Güneş’in batışını selamlamak için çok güzel bir yapay bir şelaledir.    Gelen tatlı rüzgar esintisi ve suyun şırıltısı huzuru bulmak için mükemmel bir yer.İmkanı olan gelsin piknik sepetiyle yarım gününü geçirsin burada.

          Lechfall ve Alpsee gibi bir sürü sulak alan var Bavyera’nın güneyinde. Füssen çevresi ve Avusturya sınırına yakın bölgesi Bavyera’nın Göller Bölgesi diye geçmektedir.Vakti olan bisiklet/araba kiralayıp doğa ile iç içe olup tadını çıkarabilirsiniz.

           Biz günübirlik Füssen gezimizi Lechfall ile tamamladık. Bir önceki paragrafta söylediğim gibi Füssen çevresinde tren veya otobüsün ulaşamadığı göllere gidilebilir, ayrıca Falkenstein Kalesi’ni,arabayla Füssen’den yarım saat mesafede olan 1983’te UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilen Steingaden’da yer alan Wieskirche’yi ziyaret edilecek yerler olarak listenize alabilirsiniz.

Wieskirche

Bavyera gezimizin devamına buradan ulaşabilirsiniz. 

Görüşmek üzere ^^

28 Şubat 2018 Çarşamba

Bir Tutam Tiyatro | Tamamen Doluyuz!

Sezonun, Devlet Tiyatrolarındaki yeni oyunlarından biri “Tamamen Doluyuz”! 


Oyunu 27 Şubat 2018'de Cevahir AVM’de izleme imkanı buldum ve sizlere oyun hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.Hazır fırsatını bulmuşken söylemek isterim ki Cevahir AVM’de tiyatro izlemek çok büyük bir keyif.Biletinizi nereden alırsanız alın, sahneye hakim olup rahatça görme şansına sahip oluyorsunuz.Türkiye’de böyle tiyatro sahnelerinin sayısının artması dileğiyle..

   Cosby Ailesi’nin senaristlerinden İngiliz yazar Becky Mode’un 90’lı yılarda kaleme aldığı bu eser Türkçe’ye uyarlanmıştır. Ayrıca Altan Erkekli’nin oğlu Efe Erkekli oynuyor.


Oyunun Konusu

Sam, konservatuvarın oyunculuk bölümünden mezun bir gençtir. Kendi alanında iş bulamadığı için, şehrin en lüks restoranlarından birinde rezervasyon görevlisi olarak çalışmaktadır. Tek isteği mesleğini yapabilmek ve gittiği oyunculuk görüşmelerinin birinden olumlu cevap almaktır.Oyun,talihsiz bir oyuncu olan ve ek iş olarak Yukarı Manhattan’ın doğusunda ‘’gülünçlük derecesinde’’ son moda olan bir restoranda çalışmak zorunda kalan Sam Peliczowski’nin aşırı yoğun bir gününü anlatıyor. Çalıştığı lüks restoranın köhne bodrum katında iki kişinin işini tek başına yapmaya çalışan Sam; yaklaşan yılbaşı tatilinin yoğun rezervasyonlarına yetişmek ve bunun yanında patronlarının mantıksız istekleri, zengin müşterilerin akıl almaz kaprisleriyle ilgilenip, bir yandan da ailesini ve dostlarını mutlu etmeye çalışmaktadır. Bakalım Sam içine düştüğü bu trajikomik ortamdan kendini kurtarıp, asıl işine geri dönebilecek mi?




Seslendirenler

Seslendirenler tam bir yıldızlar karması,Los Galacticos. Dublaj ve seslendirme işinde çok iyiyiz gerçekten.Sesini duyduğunuz birçok kişi için “Aaa ben bu sese aşinayım,televizyonda orada burada duymuştum” diyeceksiniz.

Dominick Veccini:Adnan Ahmet Biricik
Morali Bozuk Sekreter:Alayça Öztürk Gidişoğlu
Sam'in babası: Altan Erkekli
Bayan Watanabe:Ayumi Takano
Judith Rush:Bedia Öztep
Larenjitli AdamBerkay Tulumbacı
Bob: Bülent Şakrak
Şef: Celal Kadri Kınoğlu
Bayan Winslow: Didem Atlıhan
Bayan Sebag: Elif Erdal  
Bryce: Enis Arıkan
Stephanie: Figen Sürmeli
Hector: Galip Erdal
Carolann Rosenstein Fishburn: Gülenay Kalkan
Curtis: Hazal Erdal
Rick: Kerem Kobanbay
Telesekreter: Lalizer Kemaloğlu
Oscar: Levent Ünsal
Tim Zagat: Nur Subaşı
Jean-Claude: Savaş Özdemir
StevenSercan Gidişoğlu
Gloria Hathaway:Şebnem Gürsoy
Dış SesTarkan Koç
Jerry Miller: Umut Tabak
Bayan Vandevere: Yeşim Gül
Bay Decoste: Yetkin Dikinciler
Acil Durum Operatörü: Yıldırım Gücük




Değerlendirme

   Oyun çok detaylı bir mesaj verme amacı taşımıyor.İlk başlarda tutuk başladığını düşünsem de sonlara doğru aldığım keyif arttı. Oyun tek kişilik ve tek perde.Tek kişilik oyun sergilemek oldukça zordur ancak Oyuncu Efe Erkekli oldukça enerjikti ve sahneyi güzel kullandı.
   Sahnenin dekoru daha iyi olabilirdi.Biraz özensiz olduğunu düşünüyorum o konuda.Sam gibi temizlik konusunda hassas olduğu belli olan birinin odası(Gerçi tam olarak onun odası mı bilmiyoruz ama sık sık kullandığı kesin) daha Sam’in karakterini yansıtan bir şekilde oluşturulabilirdi.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.










14 Şubat 2018 Çarşamba

ELBE’NİN FLORANSASI : DRESDEN



Evet.Dresden’e böyle diyorlarmış.Elbe’nin mucizesi diyen de varmış.Mış’lı konuşuyorum çünkü Dresden’e gitmek isteyen biri olsam da bu bilgiyi gittikten çok sonra tesadüfen öğrendim.
Birlikte ilk yurt dışı gezimizi Almanya’nın 16 eyaletinden biri olan Saksonya Eyaleti’nin başkenti Dresden’e gerçekleştirdik.


Dresden,Almanya’nın doğusunda Polonya’ya ve Çek Cumhuriyeti’ne oldukça yakın konumda olan bir şehirdir,Elbe Nehri’nin kenarına kurulmuştur.Elbe Nehri oldukça büyük bir nehir olmakla birlikte Polonya'da bulunan Krkonose Dağı'ndan doğup Hamburg’u yüzlerce parçaya ayırdıktan sonra Kuzey Denizi’ne dökülür.Nehir birçok Avrupa şehrinde karşımıza çıktığı gibi Dresden’i de ikiye bölüyor.

 Dresden’in Tarihi

Şehrin 1200’lü yıllardan itibaren bir tarihi olsa da benim açımdan en çarpıcı detayı 2.Dünya Savaşı’nda yaşadığı acı anılara sahip olmasıdır.2.Dünya Savaşı’nın son zamanlarında 13-15 Şubat 1945’te ortak Amerikan-İngiliz bombardımanıyla dümdüz edilip neredeyse tamamen yok edilen şehirde ölü sayısı kimilerine göre 80 bin kimilerine göre 100 bin kimilerine göre 130-140 bin civarındadır. ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombalarından daha büyük kayıplar verilmiş olsa da insanlar genel olarak pek bilmezler.





Bombardıman sonrası şehirden bir resim


Dresden’e Ulaşım

Türkiye üzerinden Leipzig,Berlin,Prag üzerinden uçak seferleri var.Bu şehirlere ulaştıktan sonra da otobüsle ve trenle geçebilirsiniz.
Flixbus’ın Berlin-Dresden seferleri sık şekilde var ve 10 12 euro civarında uygun fiyata 2 buçuk saat sürüyor.Prag-Dresden arası da otobüsle 2 saat.
Biz Berlin’den Dresden’e trenle gitmeyi tercih ettik.Almanya’da tren biletleri pahalı olsa da “Schönes Wochenende” ile hafta sonunda gidiş dönüş günübirlik 12 euroya ulaşım işini halletmiştik.Schönes Wochenende ile alakalı başka bir başlıkta bilgilendirme yapacağız.

Dresden Gezilecek Yerler

Dresden’in bombardımanda harap olmasının ardından günümüze kadar yeniden restore edilerek tarihi dokuyu kazandırmış olmaları insanı şaşırtıyor.Hele hele bizim ülkedeki restorasyon facialarını düşününce daha da imrenip hayran olmamak elde değil.
Dresden sevimli bir şehirdi.Prag’ı andırdığını çok rahatlıkla söyleyebilirim.Her 2 şehri ziyaret edenler mimari yapılardaki benzerlikleri görecektir.
Dresden eskiden UNESCO Kültür Mirası Listesindeymiş ancak Elbe Nehri üzerine yapılan çelik bir köprü yüzünden listeden çıkarıldı.Bunu da ek bilgi olarak paylaşalım.

Gelelim gezdiğimiz yerlere:



1)Altmarkt/Dresdner Striezelmarkt
    Tren istasyonundan çıktıktan sonra ilk karşılaştığımız yer burası oldu.Kare şeklinde bir merkez.Rathaus(Belediye Binası) burada bulunuyor ve burada bir anlamda Pazar kuruluyor.Yeme/içme standları,hediyelik eşya standları,çocuklar için atlı karınca ve çocuk treni gibi şeyler göze çarpıyordu.Oldukça hareketliydi ve akşam üzerine doğru kalabalıklaşmıştı.Uzun sıralı masalara insanlar oturup stantlardan aldığı yemekleri yiyebiliyor.Biz de yeme içme işini burada yapmıştık.Bildiğimiz kadarıyla Dresden’e özgü bir yiyecek yoktu ve Alman kültürünün bir parçası olan currywurst’u tercih ettik.

2)Kreuzkirche
       Kilisenin geçmişi 12.yüzyılın başlarına dayanıyor.Rönesans zamanı birçok kez elden geçirilerek değişime uğradı ve Yedi Yıl Savaşları’nda Prusya Prensliği tarafından ağır hasar görmüş.Savaştan sonra Barok tarzı mimariye uygun şekilde yeniden inşa edilmeye başlanmış ve inşaat çalışmaları 1800’de sona erdi.13 Şubat 1945’te bombalanması sırasında ateşe verildi.Savaş sonrasında restorasyon çalışmalarına başlanmış ve 1955’te yeniden açıldı.Tren Garından yürüyerek şehri gezenler bu yapıyı görecektir.

3)Dresden Castle/Residenzschloss
      Zamanında Saksonya’yı yönetenler burada yaşamış.Günümüzde içinde müze ve sanat eserlerini barındırıyor.Hatta Türk Odası bile bulunmakta.Giriş fiyatlarını link olarak paylaştım.Biz maalesef günü birlik geldiğimiz için ve bütçemiz el vermediği için buraya girmeyi tercih etmedik.

4)Fürstenzung/Langer Gang/Procession of Princess
Burayı muhakkak görmelisiniz çok hoşunuza gidecektir.Porselen mozaikler kullanılarak yapılmış Saksonya Krallığı hakkında bilgi veren bir eser,sergilenen duvar oldukça uzun.Konumu da Elbe Köprüsü’ne yakın.

5)Semper Opera House
Binanın mimarının soyadı Semper olduğu için adı Semper Opera House olan yapı,Dresden bombardımanında yıkılmış ve de 1989 yılında yeniden hizmete girmiştir.Barok mimari izlerini taşımaktadır.Binanın mimarının tam adı Gottifried Semper’dir.Günümüzde konser salonu olarak kullanılmakta ve Theaterplatz’da yer almaktadır.Meydanda ayrıca Kral John’un(1854-1873 arası Saksonya Kralı) da heykeli yer almaktadır.

6)Zwinger Sarayı
Dresden’de en çok akılda kalacak yerlerden biri kendisi.Yine geçmişte saray olan ancak günümüzde müze olan bir yer.Bir taç kapıya sahip.En çok ilgi gören kısımlarından biri burası.Sarayın bir kısmı sularla çevrili.Porselen koleksiyonu Sarayın en önemli eserlerinden olduğu söyleniyor. Şunu söyleyebilirim ki Zwinger Sarayı’nın yeşillik çim kısmında suyun kenarına oturup Lidl  marketten aldığınız tuzlu fıstık ve kurabiyeleri yerken etrafa bakmak fena olmuyor değil..Bizim şansımıza hava güneşliydi ve Güneş ışığı sayesinde hem hava çok soğuk değildi hem de suya yansımasını görmek hoş oluyordu.


Alttaki linkte Zwinger Sarayı ile alakalı bilgiler,bilet fiyatları yer almaktadır:

7)Augustus Bridge
Biz geldiğimiz sırada köprü restorasyon çalışmasında olduğu için net olarak göremedik nasıl bir şey olduğunu, Augustus bu şehir için önemli bir isim ve onun adına yapılmış bir köprü.

 8)Frauenkirche

   Almanya'daki onlarca Frauenkirchelerden biri.Yine bombardıman sonrası aslına uygun yapılması için milyonlarca dolar ve emek harcanan tarihi miraslardan ve Dresden’de sıkça göreceğimiz barok mimari izlerinin olduğu yerlerden bir yapı.İlk hali 1473’te yapılmış.Bombardıman sonrası dış kabuğu tamamen yanan ve yerle bir olan kilise 60 yıl sonra halktan toplanan paraların da yardımıyla yeniden restore edilerek 2005’te açılmış.
    Kilisenin tepesine çıkarak Dresden’i panoramik olarak harika bir şekilde izleyebilir ve fotoğraflayabilirsiniz.Kilisenin kulesine çıkmanın öğrenci için Eylül 2017 giriş fiyatı 5 euro,yetişkinler için ise 8 euroydu.






          Frauenkirche’nin etrafında (tam olarak neresinde hatırlayamadım) Martin Luther’in heykeli var.İlgilisi olana duyurulur.Avrupa’da Reform Hareketleri’nin öncüsünü saygıyla anıyoruz.

 9)Brühl’s Terrace
         Buranın da kendine has bir tamlaması varmış. Avrupanın balkonu olarak geçmektedir

      Augustus Köprüsüne uzak değil.Buradan çok güzel bir şekilde şehir ve nehir izlenebilir.Dresden’de huzuru yakalayabileceğiniz ikinci bir yer olarak düşünüyorum Zwinger Sarayındaki yeşillik çimenlik alanla birlikte.Fotoğraf çekmek ve çekilmek için de çok güzel bir yer.Burayı es geçmeyin,Dresden rotalarınıza eklemeyi unutmayın derim.Ayrıca terastan aşağı inip şehir içine doğru yürürken ara sokaklarda birçok restaurant,hediyelik eşya dükkanı da göreceksiniz.

10)Albertinum
     Brühl’s Terrace’a çok yakın bir yerde adını Saksonya Kralı Albert’ten alan nehir kıyısında yer alan geçmişte cephanelik günümüzde sanat müzesi olan bir yerdir.İçerisinde çok güzel resimler barındırdığı iddia ediliyor.

11)Alaun Strasse
     Dresden’in en canlı caddelerinden biri.Renkli binaların,pasajların ve yeme içme yerlerinin olduğu uzun bir cadde.Turistler tarafından yoğun ilgi gören Kunsthofpassage’a da bu cadde ev sahipliği yapmaktadır. Meşhur yağmur yağınca müzik çalan Singing House da burada bulunuyor.




Genel Değerlendirme ve Rota Paylaşımı
    Bizim Dresden’de gördüğümüz yerler bunlar.Bunların dışında Transport Museum ve Golden Rieter da görülebilir.Elbe Nehri turu yapılabilir.
    Günübirlik bir gezinin Dresden için yeterli olacağını düşünüyoruz.Burayı görerek Prag için hazırlık yapmış olursunuz.Birçok insan mimari açıdan benzerliklerini olduğunu söyler.
    Sizin için bizim yaptığımız rotanın benzerini paylaştım.Belki Dresden’e gelmeye karar verirseniz bu rotalar size yardımcı olur,işinizi kolaylaştırır.
      
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere :)


Popüler Yayınlar